TBMM’nin 102 yıl önce açılışıyla hep önde tutulan ulusal egemenlik anlayışı, bunun temsil edildiği Meclis’in yönetiminde ülkenin kurtarılması ve yeni bir devletin kurulmasını sağladı.
Mustafa Kemal Paşa, Heyeti 22 Nisan 1920 tarihinde, Heyet-i Temsiliye adına tüm illere gönderdiği telgrafta şu ifadelere yer verir:
“Nisan’ın 23. Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak görev yapmaya başlayacağından, anılan günden başlayarak askeri ve sivil bütün makamlarla tüm ulusun tek başvuracağı yerin belirtilen Meclis olacağı bilgilerinize sunulur.”
Büyük Millet Meclisi, 102 yıl önce 23 Nisan 1920’de toplanır. Amasya’da, Erzurum’da ve Sivas’ta binbir zorluklar altında yapılan çalışmalar artık bir kurumsal yapı çatısı altında toplanmaktadır. Asıl savaşı sürdürecek olan da bu kurumsal yapıdır.
Meclisin Başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, bir yıl sonra Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayımlanan röportajda, kendisine yönelik gizli oyunlar ve karşısındaki tavrını ve durumu özetle şöyle anlatır:
“İç ayaklanma ateşi Ankara kapılarına kadar yaklaşmaktaydı. Durumun vahimliği, sorumluluğun büyüklüğü dehşet yaratıcı bir düzeydeydi. Bu durum karşısında şöyle düşündüm: Ortaya çıkan durumdan hangi neden ve düşünceyle olursa olsun çekilmek iki şekilde yorumlanabilirdi. Birincisi tutulan işte umutsuzluğa düşmek, ikincisi de tutulan işin ağırlığına dayanamamak. Gerçekten de bu gibi yanlış zehaplar hem kutsal amacı bozar hem da o amaç çevresinde toplanan kuvvetleri dağılmak zorunda bırakırdı.
O nedenle arkadaşlarımın içtenliğine, ulusumun azim ve imanına inanarak ve bunun düşmanlarımızı, eninde sonunda acizliklerini itirafa zorlayacağı konusundaki kanıma ve Tanrı’nın yardımına dayanarak, eskiden olduğu gibi sonuna kadar ulusal mücadelemizin bana yüklediği namus ve vicdan görevinini sürdürmeye karar verdim. Ondan sonra artık harekatın yasal biçimde yürütülmesine başlamak için fazla gecikilemeyeceği de görüldüğünden 1920 yılı Nisan’ının 23. günü Meclis’in açılması uygun görüldü.
23 Nisan Cuma günü, öğleden sonra yaklaşık saat 2’de Meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı işgal eden fikirler ve duygularla dopdolu bir haldeydim. İçeriye girip Meclis salonunu dolduran milletvekillerinin güvenen ve inanan bakışlarının bana yönelik olduğunu gördüğüm zaman girişimimizin ulusun amaçlarına tamamen uygun olduğunu bir kez daha kavradım. Ve artık benimle fikir ve amaçta ortak olan ulusun fikirlerini ve amaçlarını temsil eden bu kadar arkadaşla birlikte çalışacağım için büyük bir mutluluk duydum.”
İstiklal Savaşı’nın karar merkezi olan Meclis, cephelerde savaşın sürdüğü bir ortamda geçen ilk yasama yılında 167 toplantı (birleşim) yaptı. Bu toplantılarda 271’i açık, 69’u kapalı ve 19’u kısmen kapalı olmak üzere 359 oturumla görüşmeler sürdürüldü.
23 Nisan’ın ulusal bayram ilan
23 Nisan 1921 tarihinde kabul edilen kanun 2 Mayıs 1921 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanır. İki maddelik kanun şu şekildedir:
“23 Nisan Gününün Milli Bayram Olarak Kabulü Hakkında Kanun.
Madde 1- Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk açılış günü olan 23 Nisan günü millî bayramdır.
Madde 2- Kabul tarihinden geçerli olan işbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi görevlidir. ”
Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal, yasanın kabulünü “…Yeni ve yüce bir tarihe başlangıç olan bu günü ulusun anılarında sonsuza kadar yaşatmak için Meclisimiz bugün 23 Nisan tarihinin ulusal bayram sayılmasını özel bir yasayla kabul etmiştir” mesajıyla duyurur.
1927 yılından itibaren “Çocuk günü” olarak kutlanan 23 Nisan’ın “Çocuk Bayramı ve Haftası” olarak kutlanması ilk kez 1929 yılına rastlar. Atatürk de aynı gün öğleden sonra Ankara Palas’ta düzenlenen “Çocuk Balosu”na katılıyordu.
23 Nisan 1929 tarihli Vakit Gazetesi “Bugün iki bayramı birden yapıyoruz. Milli Bayram ve Çocuk Bayramı” manşetini atar. Cumhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfa başlıkları ise “Bugün milli iradenin hakim olduğu günün yıl dönümüdür” ve “Çocuk haftası bugün başlıyor” şeklindedir.
23 Nisan günü, 1 Haziran 1935 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan (2729 sayılı) kanun ile “Ulusal Egemenlik Bayramı”, 20 Nisan 1983 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan (2818 sayılı) kanun ile de “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kabul edildi.
“Ulus milli egemenliğini eline alarak…”
Mustafa Kemal Atatürk’ün değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda “Milli egemenlik” konusuna özel önem verdiği görülür. 1 Mart 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin 4. Yasama Yılı açılışında özetle şöyle seslenir:
“Bugün girdiğimiz yeni yasama yılının başındaki bu genel durumumuz, yalnız bundan üç buçuk dört yıl önceki durum ile değil, belki ondan önce gelen yüzyıllarda Osmanlı devletinin durumu ile karşılaştırılacak olsa ve bu karşılaştırmamızı ciddi bir incelemeye dayandırsak alacağımız sonuç şudur: Bugün geçmiştekinden güçlüyüz. Bu gün geçmişe oranla daha büyük bir yetenek ve hayati güce sahibiz.
Bu üstünlüğü sağlayan nedir? Bunu kesin ve açık olarak tekrar tekrar söylemek zorunluluğundayız. Bunun gerçek nedeni, iki kuralın kavramında yer almaktadır. Bu kurallardan birisi Misakı Milli, ikincisi egemenliği kayıtsız şartsız ulusun elinde tutan Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzdur.
Ulus ancak milli egemenliğini eline alarak, kurduğu yeni devlet ve yeni biçimdeki yönetim sayesinde, kendi hayatını ve ülkenin korunması için gerekli olan şartları ve çok büyük olan bu zaferi sağlamıştır. Fakat, bu güne kadar kazanılmış olan önemli konuları korumak ve gelecekle ilgili yükselme ve ilerleme ümitlerinin güvenlik içinde tutulmasını sağlamak için, ilk önce milli egemenliğimizin, her tür tehlikeden korunmuş olarak, milletimizin vicdanında, kalbinde ve bütün moralinde, sonsuza dek kalacak biçimde yerleştiğini görmek ve anlamak gereklidir. Bence millet bu gerçek durumu bütün kapsamı ile anlamıştır.
Efendiler, milli egemenlik ve onun güvenliğinin kefili olan bu günkü şekil ve nitelik içindeki yönetimimiz, yalnız gelecek mutluluğumuzu değil, onurumuzu, namusumuzu ve bütün manevi unsurlarımızı sağlayacaktır.
Efendiler, zorlayıcı olayların sevk ve etkisi altında toplanan yüce meclisimiz, bu devlet ve milletin şeklini ve niteliğini en kesin bir biçimde belirlemiş ve Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile onun hükümlerini doğrulayan ve kuvvetlendiren 1 Kasım 1922 kararını oy birliği ile kabul ederek, yeni Türkiye devletinin temellerini oluşturmuştur.
Misakı Milli adıyla tanıdığımız, gerçekleştirilmesi uğrunda bütün ulusun hayatlarını feda etmeyi göze aldığı kurtuluş belgemizin güç, kuvvet ve niteliğine ise 1 Kasım 1922 kararının da değeri ve önemi odur.
….
Yüzyıllar boyu yiğit ve kahraman bir iradenin görülmesine sahne olmuş bir vatanı, düşmana bırakmak cesaretini gösterenler bu cesareti ancak bu yönetimin ruhunda, şeklinde ve niteliğinde bulmuşlardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun en büyük hak sahibi olan milletten aldığı yetki ile kurduğu yönetim şekli, süre ile sınırlı değildir ve olamaz.
Bundan dolayı dış düşmanlarımızın, şu veya bu kaynaklardan aldıkları haberleri şu veya bu şekilde yorumlayarak şimdiye kadar olduğu gibi boş ümitlere kapılmaları kadar büyük gaflet olamaz.
Efendiler, kurtuluş kuralımız olan Misakı Milliyi tarih sayfalarına yazan, milletin demir elidir. Elde edilecek sonucu da milletin kendisi koruyacaktır.
Ulus, yalnız kendi kolları ve kendi kanı ile değil, aynı zamanda kendi başı ve kendi aklı ile kazandığı egemenliği ve bağımsızlığını, son felakete kadar büyük bir saflık ve ihtiyatsızlıkla kendisine önder tanıdığı ve derin bir bağlılıkla hayatının koruyucusu saydığı kişiler ve yönetimlerine artık güvenemez. Millet bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına bizzat kendisi koruyucu olacak ve bütün vatanda yine yalnız kendisi ve kendi yönetimi hüküm sürecektir.
….
‘Milli egemenliğin kurulmasına bağlıdır’
Efendiler, sosyal toplulukta en yüce özgürlüğün, en yüce eşitliğin ve adaletin yerleşmesi ve korunması, ancak ve ancak tam ve kesin anlamı ile milli egemenliğin kurulmasına bağlıdır. Bu nedenle; özgürlük, eşitlik ve adaletin de dayanacağı milli egemenliktir. Sosyal topluluğumuzda, devletimizde hürriyet sonsuza kadar sürecektir. Ancak onun sonsuzluğu, onu sonsuz yapan kuralların korunması ile ayakta durur ve onunla sınırlıdır.
Bir insan, belki kendi isteği ile kişisel özgürlüğünü bir yana bırakabilir. Fakat bu girişim, koca bir ulusun hayatına ve özgürlüğüne zarar verecekse, büyük ve onurlu bir milli yaşam bu yüzden sönecek ise o milletin evlatları ve torunları bu yüzden yok olacaklarsa, bu giriim hiçbir zaman meşru ve kabul edilebilir bir konu olamaz. Ve hele böyle bir girişim hiçbir zaman özgürlük adına hoşgörü ile düşünülemez.
Hiç şüphe yok, devletimizin sonsuza dek yaşayabilmesi, ülkemizin güçlenmesi, ulusumuzun refah ve sorumluluğunun sağlanması, yaşamımız, namusumuz, onurumuz, geleceğimiz, kutsal inancımız ve son olarak her şeyimiz için, her halde en kıskanç duygularımızla en açık uyanıklığımızla, cesaretimizle ve bütün gücümüzle milli egemenliğimizi koruyacak ve kollayacağız.
‘Sonsuz bir özgürlük düşünülemez’
Bu nedenle, milli egemenliğin kutsal özünün belirttiği bu günkü yönetim şekli ve niteliği gereği olarak hükümetimizin, düşmanlarını derhal durdurması ve milli bağımsızlığının korunmasını sağlaması ve bunu kollaması pek doğal bir görevidir.
Efendiler, sonsuz bir özgürlük düşünülemez. Hakların en büyüğü olan yaşam hakkı bile kesin değildir. İntihara karar veren bir kişinin yaptığı işlemin sonucu, yalnız kendi ile ilgili olduğu halde, güvenlik kuvvetleri onun bu işlemini yasaklamakla görevlidir. Aynı kişinin aynı davranışını biraz daha büyük oranda düşünür ve düşündüğümüz suçu bir kişiden bir aileye çevirerek kapsamını genişletirsek, girişimcinin durumu hemen zalim bir cani görüntüsü verir. Bu nedenle, milli egemenlik düşmanlığı, üstün, saygıdeğer bir yeri olan onurlu bir ulusun her şeyine, bir anda bile bile kastetmek suçundan başka bir şey değildir. Bunu doğal olarak, ulusun maddi ve manevi seçkin niteliklerini taşıyan yüce milli emniyet kuvvetleri kesinlikle yasaklar.”
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)