”Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.”
Sakarya Meydan Savaşı, 23 Ağustos 1921’de Yunan askerlerinin taarruzu ile başladı ve 22 gün 22 gece sürdü. Yunan ordusunun sayı ve imkanları Türk ordunun birkaç katıydı. Savaş alanı 100 kilometrelik bir cephe genişliği ve 25 kilometrelik cephe derinliğine sahipti.
Bir taktik savaşıydı, öyle ki kimi zaman gün boyu gırtlak gırtlağa savaşan asker, gece cephenin bir uzundan diğer ucuna kaydırılıyordu.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın, zaferin ardından orduya yayımladığı mesajdaki ifadesiyle ”Orada biz, bütün memleket; bütün varlığımız ve istiklalimiz pahasına denecek kadar önemli büyük bir muharebeye giriştik. 22 gün ve 22 gece, bir milletin istiklal ve azmi ile bir milletin yayılma ve yağma fikri birbiriyle boğuştu.”
Sakarya Meydan Savaşı’nın üzerinde 100 yıl geçti. Bugün Türkiye Cumhuriyeti varsa onlar sayesindedir. Hala Polatlı, Haymana ovalarında kemikleri çıkanlar, kazdıkları siperlerin taşları hala yerinde duranlar sayesindedir varlığımız.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile O’nun ”Sizin gibi komutanları, subayları, erleri olan bir milletin yabancı ellerin altında köle olması mümkün değildir” dediği yiğit insanlar sayesindedir.
Yolunuz düşüp Duatepe’ye çıktığınızda esen rüzgarda duyarsınız onların sesini, öten kuşta, toprakta… Topraktan kalkan her bir toz tanesinde hissedersiniz onları. Hepsi yaşananları anlatır size, dinlemek isterseniz… Ve yüreğinizde duyarsınız onların haykırışlarını, anlarsınız Sakarya’yı…
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bugüne uzanan sözleriyle şöyle anlatır Sakarya’yı ve yaşananları: ”O satıh bütün vatandır”
“… 12 Ağustos 1921 günü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriyle birlikte Polatlı’ya cephe karargahına gittim.
Düşman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak tam bir cesaretle gerekli tedbirleri aldırdım ve yapılacak hazırlıkları yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921’de ciddi olarak cephemize doğru ilerlemeye başladı ve taarruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı safhalar ve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızın birçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına kuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Sol kanadımız, Ankara’nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara’ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca görmedik. Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum.
Dedim ki:
‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.’
İşte ordumuzun her ferdi, bu sistem içinde her adımda en büyük fedakarlığını göstererek ve düşmanın üstün kuvvetlerini yıpratıp yok ederek; sonunda onu, taarruzuna devam güç ve kudretinden yoksun bir duruma getirdi. ‘Çekilmeye mecbur oldu’
Muharebe durumunun bu safhasını sezer sezmez hemen özellikle sağ kanadımızla Sakarya Irmağı doğusunda düşman ordusunun sol kanadına ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karşı taarruza geçtik. Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu. 13 Eylül 1921 günü Sakarya Irmağı’nın doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Böylece 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bugünler de dâhil olmak üzere, yirmi iki gün yirmi iki gece aralıksız devam eden büyük ve kanlı Sakarya Meydan Muharebesi yeni Türk Devleti’nin tarihine, dünya tarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan muharebesi örneği kaydetti.” (Nutuk’tan) ”Benzeri olmayan bir meydan savaşıdır”
Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylül 1921’de, TBMM’de yaptığı konuşmada, Sakarya Muharebesi’nin ayrıntılarına ilişkin bilgi verdi. Başkomutan, bu savaşın niteliği ve Türk ordusunun komutan, subay ve erleri hakkında şunları dile getiriyordu:
“…Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan muharebesi, pek büyük bir meydan muharebesidir. Savaş tarihinde, benzeri belki olmayan bir meydan savaşıdır. Bundan dolayı ordumuzun savaş tarihine bir örnek bahşeden bu zaferi kazanmış olması itibarıyla, yüce heyetinizi tebrik ederim. ‘Takdirle anmayı vicdan borcu sayarım’
Bu parlak zaferin yapıcısı olan kimseleri, yüksek huzurunuzda ve bu kürsüden büyük hürmet ve takdirlerle anmayı bir vicdan borcu sayarım. Genelkurmay Başkanımız Fevzi Paşa Hazretlerinin bu meydan savaşında yaptığı hizmet, pek büyük bir övgüye layıktır. Pek değerli, erdemli ve kıymetli olan bu büyük adam, savaş meydanlarının hemen her noktasında, gece ve gündüz hazır bulunmuş ve pek isabetli ve değerli tedbirlerini yerinde, gerekenlere bildirmiş ve daima gönül ferahlatan, moral yükseltici öğütler vermiştir. Kendisinin olağanüstü hizmetleri takdirlere ve alkışlara layıktır. ‘Derin bir zeka, yorulmaz azim’
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Hazretleri, derin bir zekâ, yorulmaz bir azim, iman ve yetenekle, gece gündüz harekâtın en ufak noktasına varıncaya kadar etkili olmuş ve olağanüstü bir görüşle ordusunu sevk ve idare ederek bu başarıya ve zafere ulaştırmıştır.
Diğer grup ve kolordu ve tümen ve alay komutanların her biri, diğeriyle yarışırcasına, fedakârlık ve beceriklilik göstermişlerdir. Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam; yalnız ifadede isabet edebilmek için diyebilirim ki; bu savaş, subay savaşı olmuştur. Bu nedenle subay arkadaşlarımın, en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar değer ve fedakârlıklarını bütün kalp ve vicdanımla ve takdirlerle anarım. ‘Bağımsızlıktan yoksun bırakmaya kalkışmak hayal’
Erlerimizi, her türlü övgüye layık görürüm. Zaten bu milletin evladı, başka türlü düşünülemez. Bu milletin evlatlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için kıyaslama ölçüsü bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey ilave etmek isterim: Kahraman Türk askeri, Anadolu savaşlarının anlamını öğrenmiş, yeni bir ülkü ile savaşmıştır. Böyle evlatlara ve böyle evlatlardan oluşmuş ordulara sahip bir millet, elbette hakkını ve istiklalini bütün anlamıyla korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlıktan yoksun bırakmaya kalkışmak hayal ile uğraşmaktır.” ”Varlığımız ve istiklalimiz pahasına…”
21 Eylül’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın orduya bildirisinde, tek bir emriyle tereddütsüz ölümü göze alan silah arkadaşları şöyle sesleniyordu:
”Arkadaşlar,
Milletimizi yabancıların elinde köle görmemek için giriştiğimiz bu muharebede Sakarya muzafferiyeti gibi daima anılacak yeni ve büyük bir zafer kazandınız. Benim gibi ömrünü senelerden beri saflarınız arasında geçirmiş olan bir silah arkadaşınız; ezilmiş, kahredilmiş düşmanın yüz geri etmesinden sonra hakkınızda duyduğum duyduğum takdir ve hayranlığı, minnet ve şükranı, ordunun her ferdi ve memleketin her tarafından duyulacak kadar yüksek sesle söylemeye gerek gördüm.
Sakarya boylarında verdiğimiz muharebe ve birçok önceki muharebelerimizde olduğu gibi anavatanın yalnız bir köşesini, ufak veya büyük bir parçasını tehlikeye düşürmüyordu. Orda biz bütün memleketi, bütün varlığımız ve istiklalimiz pahasına denecek kadar önemli büyük bir muharebeye giriştik. 22 gün ve 22 gece, bir milletin istiklal ve azmi ile bir milletin yayılma ve yağma fikri birbiriyle boğuştu. Sizin boyun eğmeye razı olmayan bağımsızlık fikriniz, mağrur ilerleyen düşmanı çekilmeye mecbur etti. ‘Geldiği yerlere geri gidiyor’
Düşman ordusu, kızgın bir ufuk üzerinde tüten ve yanan yüzlerce köylerimizi arkasında bırakarak, ceza karşısında kaçan bir cani gibi geldiği yerlere gidiyor. Halbuki o, bir muharebe değil yalnız bir akın düşünüyordu.
Fikir ve imanın gücüyle kazandığınız zafer büyük bir delil olamaz. Mazlum milletimizi tarihinin en tehlikeli bir zamanında yeniden ışık ve kurtuluşa kavuşturan bu muharebede sizin başkomutanınız olmaktan dolayı, bir insan kalbi için mukadder olabilecek en derin mutluluk ve kıvancı duydum.
Komutanlara,
Tehlike büyüdükçe azim ve tedbirleriniz, derin ve hassas zekalarınız muharebenin başarılı bir şekilde sevk ve idaresinde gösterdiğiniz üstün liyakat için;
Subaylara,
Trablusgarp, Balkan ve Cihan Harbinden henüz çıkmış iken, bir ateşten diğerine geçerek milletin istiklal mücadelesinde tuttuğunuz mevki, genç ve aziz başlarınız üzerinde dönen ölüme karşı gösterdiğiniz gözüpeklik, yüreklerinizde ışıldayan ve bize zafer yolumuzu aydınlatan millet aşkını, bütün bir heyecanla seyrettiğim kahramanlıklarınız için;
Erlere,
Kurtuluş için yaptığınız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımıştım. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği sizinkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi, pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi kendime borç bilirim. ‘Köle olması mümkün değildir’
Sizin gibi komutanları, subayları, erleri olan bir milletin yabancı ellerin altında köle olması mümkün değildir.
Bu kez, TBMM’nin benim için yeni bir rütbe ve Gazi unvanı ile tecelli eden iltifat ve teveccühü doğrudan doğruya sizindir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli ve en ulu bir gaza ile mümtaz olan yine ordudur. Sizin kahramanlıklarınızla sizin gösterdiğiniz sonsuz fedakarlıklar pahasına kazanılan bu zaferin, milletin takdirinin işareti olan bu rütbeyi, sizin adınıza bütün askerlik hayatımın en büyük gurur kaynağı olarak saklayacağım.”
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)